İçinde bir yerlerde bir düğmeye basılır, durursun.
Sen dururken tüm olup biten senin etrafından akar gider… Zaman gibi geçer… Sen tutuk ve hiç bir şeysindir.
Sen durursun bazen ve hayat omuz vura vura geçer yanından.
Gezi direnişinden ki kırmızılı kadın yanında ıslanır. Gaz bulutlarının altındaki o heybetli genç belirir…
Soma’nın yüzü gibi, kaderi gibi karaya yazmış işçilerini tanırsın gözlerinin ışıltısından…
Sen dururken geçer yanından sokaklarda kimse sesini duymadan, çığlıksız ölen çocuklar…
Reyhanlı’ da patlamanın dumanı henüz dağılmamışken kızını ve torununu etrafa yayılmış organlarından tanıyan kadının ellerini semaya kaldırıp feryat edişini duyarsın.
Kesilen yollar, kaçırılan insanlar dizilir karşına tek tek .
Döve döve öldürmeler.
Şehir martılarını düşünürsün, neden denizleri terk edip çöplüklere geldiklerini… Ülkesiz, kimliksiz kalmış insanlar dolanır etrafında.
Anlamak gerekir dersin martıları ve hiçbir yerde istenmeyen insanların kaderini.
Hastanede, mahkemede, okulda, horlanan insanları düşündükçe anlarsın, madenden canlı çıkıp, sedyeyi çizmeleriyle kirletmekten korkan adamın ezikliğini…
Toplu olmayan ölümlerde yer almadığından liste dışı kalmış, haber olmayınca senin yaşadığından bile haberinin olmadığı o hikâyesiz insanların dramı eser karşılıklı pencerelerden, cereyana kapılırsın.
Borsaların gongu çalar, para sayma makineleri tıkır tıkır döner. Sarı zarflı dosyaların mühürlü kapakları açılır. Pazarlıklar yapılır. Uğultu sanırsın.
Sen durursun deprem sallar.
Sen durursun araba çarpar.
Sen durursun bomba patlar.
Sen durursun kör kurşun bulur seni.
Sen dururken vurulursun.
Durmamanın “gezisidir” 31 Mayıs. Haziran’da ölmek’ten az öncesi. İlk kirlenen beyaz. İmkansızlığı istemek. Sevebilme ihtimalini sevmektir.
Durdukça sıranın sana geleceğini bilmektir.